25 Mart 2013 Pazartesi


Dünyayı sar sırtına, doymaz aç köpek dölü
Çöle bırak göl ister,göle bıraksan çölü
(Dursun Turunç)

23 Mart 2013 Cumartesi

Meçhul Öğrenci Anıtı -Ece AYHAN




Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecektir

10 Mart 2013 Pazar

Hoşçakal Chavez hoşçakal
Hoşçakal emperyalizme kafa tutan adam
Biz bir ölürüz bin doğarız
Hoşçakal Chavez
Hasta Siempre Commandante Chavez



Hürriyet ve adalet aranıyor
Onlar kanun biz tarihi yazıyor
Halklar kalkıyor hesap soruyor
Güneş güneş yine doğuyor
Sabah oluyor sabah oluyor





Şimdi bayrak üstünde salınıyor
Bize cismi değil fikri yetiyor
Mahir kalkıyor hesap soruyor
Güneş güneş yine doğuyor
Sabah oluyor sabah oluyor



20 Ağustos 2007 akşamı Beyoğlu polis karakolunda bir cinayet işlendi; gözaltına alınmış bir genç, polis silahından çıkan bir kurşunla öldürüldü. Yıllardır yaşanılan cinayetlerden çok da farklı değildi aslında. Yine tahakküm makinasındaki bir çark, yine nefretle, yine ayrımcılıkla, yine her türlü insani değeri hiçe sayarak bir canı yok etti. Anlaşılan bu sefer maktul, vatandaş olmayıp sığınmacı olduğundan, üstüne üstlük derisinin rengi farklı olduğundan ‘öldürülmeyi hak etmiş’ti; tıpkı kadın olduğu, kürt olduğu, eşcinsel olduğu, ermeni olduğu, trans olduğu, roman olduğu, isyankâr olduğu, “hiç kimse” olduğu için ‘öldürülmeyi hak edenler’ gibi. Artık yeter, ya basta, êdî bese kardeşler…

26 Şubat 2013 Salı



Michelangelo’nun, M.Ö. 13. Yüzyılda, Musa’nın Tur-u Sina‘dan dönüşte halkının altın buzağıya(bakara) taptığını görmesi üzerine tepkisini yansıttığı “Musa” heykeli ve Newyork’taki WallStreet’teki Borsa’nın (para-güç)’ün sembolu yanyana. 

Heykel’i W. Lübke şöyle yorumlar: “Sanki Musa’nın çakmak çakmak gözleri o anda kavminin kepaze bir davranışa yeltenip altın buzağıya taptığını görür gibidir; o güçlü beden bu manzarayla işte böylesine sarsılmış bir izlenim bırakır insanda.”

23 Şubat 2013 Cumartesi



Meslek liselerinde ucuz ve güvencesiz çalışma koşullarına hazırlanan ve staj adı altında çalıştırılan öğrencilerin sayısız kaza yaşadığı biliniyor.Sakarya Teknik Endüstri Meslek Lisesi Elektrik bölümü 11. sınıf öğrencisi Furkan Üzümcü, ders sırasında elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.Kayseride bir soba fabrikasında staj yapan Seyyid Burhaneddin Endüstri Meslek Lisesi 12. sınıf öğrencisi Sedat Uçar'ın da prese elini kaptırması sonucu, sağ elinin 3 parmağı koptu...

15 Şubat 2013 Cuma



Al Bir Tarafına Bunu Küreselleşme
Kanmıyoruz Palavralarına
Al Bir Tarafına Bunu Küreselleşme
Karşıyız İşte Sana



Şimdi bize kulak verin dostlar
Yüzyıllık bir hikaye bu
Hep karşımızda yasaları ve onlar

Bu kavga Bart ve Nicola
Yayıldı dünyaynın dört tarafına
Dün ve bugün aynı sloganla
Sacco, Vanzetti serbest kalsın

Şimdi bu dayanışma
Çok daha güçlü ve sağlam
Kapsıyor milyonları
Titriyor halk düşmanları


Balık gibi yüzüp
kuş gibi uçmayı başardık;
ama çok kolay bir şeyi yapamadık :

KARDEŞ GİBİ YAŞAMAYI...

Martin Luther King





Yaşam sokakta kolay değil
Sömürüyorlar emeğimizi
Gerçek hayat oyun değil
Hep ezerler güçsüzü

Adalet yok boşuna dilenme
Geçmeyecek bir şey eline
Suçlu hep masumdur
Güven benim söylediklerime
Gerçeğe hazırsan dinle

Sokaklarda durmaz yasa
Durduğu gibi kitaplarda
Korur güçlüyü kanun
İşte budur oynanan oyun
Sus yoksa meçhul sonun

VATAN HAİNİ



"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, 
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 
hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

28.7.962 

Nazım Hikmet Ran

10 Şubat 2013 Pazar





Aralık 1944 yılında esir alınan bir japon askeri USS New Jersey güvertesinde bütün mürettebatın gözleri önünde çıplak halde yerler sildirilirken...


Bir Katilin,Bir Hırsızın Başbakan Olduğu Bir Cumhuriyette
Dürüst Kişilerin Yerinin Ya Mezar,Ya cezaevi
Olduğunu Anlayabilmek Zor Bir Şey Olmasa Gerek

Fidel Castro





9 Şubat 2013 Cumartesi






Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına 

Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına 

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına 

Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem 





Unutma Çocuk !
Öyle Bir Dünyadasın Ki ;
Hiçbir İyilik Cezasız Kalmaz





Tütün kağıda değil de
Biz kefene sarıldık madem
Ölülerin korkusuyla
Titre nev-liberal âlem



Devrilmez dağlar 
Bir olmazsa ellerimizin sıcaklığı
Dünyayı yaratan eller 
Kurtuluş için 
Son sözümüz Birlik Mücadele Zafer!



Biz seni sevmeyi
 Tarihin yükseklerinden öğrendik
 Cesaretinin güneşi Ölümü kuşattığında 







8 Şubat 2013 Cuma

''Ah kör kuyularda bul beni,
Bul beni bir sahilde çıplak - bir işkence gemisinde elektrikle ayık - bir kışlada kayıp,
Anne, bir sokak başında, isimsiz yüzsüz bir kimsesiz mezarında 
''Kaybedenler kaybetti'' yazan mezar taşının altında bul beni,
Anne bul beni Arjantinli annelerin arasında, Plaza Del Mayo'da,
Anne bul beni Galatasaray Meydanı'nda;
 Bul beni Ramallahlı annelerin, Gazzeli annelerin yanında,
Anne bul beni Varşova Gettosu'nda,
Anne bul beni Nico'nun Bart'ın İtalyan annelerinin gözlerinde,
Anne, bul beni, bul beni. anne bul beni bir sokakta, akranlarım bağırırken hala,
Anne bul beni bul beni bir sabah, bir sabah diyen adamın gözlerinde bul beni,
O sabahı kuran kadınların sözlerinde,
Anne bul beni Ahmet Kaya'nın gözlerinde. 
Anne bul beni."

UMUT



İşler atom reaktörleri işler 
Yapma aylar geçer güneş doğarken 
Ve güneş doğarken gül yaprağına 
Uçak alanından sessiz pilotlar 
'H' bombası yükler tepkililere 
Ve güneş doğarken güneş doğarken 
Otomatik silahlarla biçilir üniversitelilerle işçiler 
Akasya ağaçları bulvarın 
Pencereler balkondaki saksılar 
Ve güneş doğarken devlet adamı 
Konağına döner bir ziyafetten 
Ve güneş doğarken kuşlar ötüşür 
Ve güneş doğarken güneş doğarken 
Genç bir ana bebesini emzirir

Nazım HİKMET 



Cehalet; servet ve iktidar sahiplerinin yaptığı "alevli bir ateştir"
Bizim toplumlarımızın içine düştüğü bu ateş,
Çok kişiyi ZENGİN etmiştir


''Bu Meydan Kanlı Meydan
Ok Fırladı Çıktı Yaydan
Kalkın Ayağa Kalkın
Biz Şehirden Siz Köyden''

Yiğitler Ölür mü Üç Beş Kurşunla
Doğrulmuş Kalkıyor İbrahim Yoldaş

Yanımda tebeşir gezdiriyorum devamlı
Bu mutena semtteki konakların bahçe kapılarına asılı
O (iki nokta üst üste)


"BU EVDE KÖPEK VAR"

Levhalarının altına selatin harflerle kocaman bir

"DOĞRUDUR"

Yazmak için..

Can Yücel

7 Şubat 2013 Perşembe


"Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmidir...
Bernard Shaw


 

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.




Hiroşima'da öleli

oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.




Saçlarım tutuştu önce,

gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.




Benim sizden kendim için

hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.




Çalıyorum kapınızı,

teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
                                                (1956)

Nazım Hikmet



YA DA


Ya ağlamasın hiç kimse
Ya da gülmesin şu her zaman gülenler

Ya kimsede olmasın para denen illet
Ya da paylaşmasını öğrensin paralı millet.

Ya kimse söylemesin sevdiğini
Ya da yapsınlar sevginin şu asıl tarifini.

Ya şu bayramlar hiç yaşanmasın 
Ya da bayramlarda et yemeyen kalmasın

Atalay Demirci

OTUZ ÜÇ KURŞUN

OTUZ ÜÇ KURŞUN


Bu dağ Mengene dağıdır

Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...





Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...



Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...



Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...




Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda


Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.


Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

Ahmet ARİF 


Milliyetçilik ve Nasyonalizm





Daima milliyete kin beslemiş ve hala da beslemekte olan emperyalist fikirlerin dışında, hümanist duygular ve ideallerin etkisi altında, nasyonalizmi insanlığın birliğini lime lime etmek zanneden ve esasen aslının kriteri hakkında tereddüde düşen özgür düşünceler de olmuştur.

İlkin bunlar nasyonalizmi daha çok, üstünlük peşinde koşan ve başka milletleri aşağılayan ırkçı ve faşist okulların ve hareketlerin irticai veya haşin ve mütecaviz çehrelerinde tanımışlardır. Halbuki bu tür nasyonalizm, insanlık camiasındaki başka milletleri ve kültürel asılları açıkça reddeden ırkçı bir hastalıktır. Ama nasyonalizmin temel kriteri açısından taşıdıkları tereddüt, nasyonalizmin, insanın aslını ırksal veraset temeline yerleştiriyor olmasıdır. Bu ise, insanlardan ziyade genellikle bitkiler ve hayvanlarla doğrulanabilecek fizyolojik bir meseledir.
Bu eleştiri, kavim üstünlüğünü, ırksal üstünlüklerinden kaynaklanan kendini beğenmiş yorum ve tevillerle ispatlamaya çalışan ve bundan siyasi teori üreten yarı bilimsel klasik akımlardan gelmektedir.

Milliyeti asıl kabul eden akımı ifade için kavramsallaşmış Avrupalı bir kelime bu şüpheyi güçlendirmektedir. Bu kelime Latince “natatio” kökünden gelen, doğmak anlamında “nation”dur. Sonuç itibari ile “nasyon”, müşterek çoğaltma ve nesil şeceresine sahip bireylerden oluşan topluluğun tanımını vermektedir.

Bu tarife göre Fransız sanatçı Robert Hüseyin’i İranlı, Mevlana’yı da Mekke’li bir arap saymak gerekir. Oysa durum tam tersinedir. O Fransa tarihine aittir, Fransız olarak düşünür. Bizim ırkımızdan da olsa, doğumu bakımından Emanullah Hüseyin’in oğlu da olsa Fransız’dır. Bu, bizim ruh ve kültürümüzün en parlak manevi tecellilerinden biridir. Tıpkı dereler gibi, tarih boyunca coşkuyla akan İran nehirlerine dökülen nice Kureyş soyluları ve

Maveraünnehir’in Aryan olmayan kabileleri, Turaniler, Berberiler ve Türkmenler birbirine öyle karışmış haldedir ki ırkları üzerine araştırma yapmak, hatta Alman nazi partisine mensup bir ırkbilimci tarafından dahi mümkün değildir. Böyle, muhal bir araştırmanın beyhudeliği apaçık ortadadır. Milliyet, esasen tarihle şekillenir ve nesilden nesile miras kalır, yoksa ırkın özünden doğmaz. “Kont de Gobineau” gibi ırkçı filozofların sandığının aksine – tarihin ürettiği birşeydir. Tarihi ırkların parıltıları oluşturur.

Toplumumuzda iftihar duyulacak en büyü özelliklerden biri, kültür ve dinimizin asla ırksal aşağılamanın tohumunu yeşertmeye uygun bir zemin olmamasıdır. Yahudilik meselesi bu hakikati dile getiren en önemli örnektir. Yahudiler, kendi din ve ırklarının farklılığını koruyarak yüzyıllarca toplumumuzda yer alabildiler, çevreye uyumda en küçük bir uyumsuzluk yaşamadılar, hatta en güçlü hassasiyetlerin merkezi olan Müslüman çarşının derinliklerinde rahatlıkla kabul gördüler, doğallıkla Müslüman ve mümin mesai arkadaşları ve komşularıyla samimi insani ilişkiler kurabildiler, dolayısıyla tabiidir ki “vaad edilmiş topraklar” ve Siyon dağına dönüş hevesi de kalplerine yerleşmedi, ırk üstünlüğü düşüncesi ve bağımsız bir güç olup devlet kurma fikri akıllarını başlarından almadı.

Ama eğer siyonizmin batıda geliştiğini ve şiddete başvurduğunu görüyorsak bunun nedeni, Mesih’ten yetmiş yıl önce Romalılar, daha sonra Hristiyan kilisesi ve bu son zamanlarda da Avrupa ve Amerika’nın faşizmi ve nazizmi tarafından “aşağı ırk” “Tanrı’nın katili ırk” “fıtraten hain ırk” adı altında sürekli kan donduran işkenceler ve aşağılamalara katlanmak zorunda bırakan haşin ve acımasız anti-semitizme tepki olmasındandır. İslam ülkelerinde Yahudiler arasından bir tek Siyonist şahsiyetin çıkmamış olması tesadüf değildir.

Bu iki durumun karşılaştırılması çarpıcıdır: Kuruş, peygamber Danyal’ın vadettiği doğudan zuhur eden ve esir konumunda ki İsrail kavmini Babil’in pençesinden kurtaracak çift boynuzlu koçtur. Kur’an onu “Zülkarneyn”(çift boynuz sahibi) adıyla tanıtır. Roma kayseri ise bu Filistin’li kavmi yersiz yurtsuz bırakmış kişidir. Hristiyan papası da Roma emperyalizminin işbirlikçisi birkaç Yahudi failin İsa Mesih’in katline ilişkin kuşkulu dosyada yer aldığı suçlamasıyla bu ırkı tarih boyunca lanetlemiş ve ebediyen mahkum etmiştir. İşte bu tarihsel kökler ve ırkçı görüş çağımızda faşizm ve nazizmi ortaya çıkartmıştır. Bunların bedeli olan versiyon da; Batı’nın ırkçı nasyonalizminden öğrendiği derslerle “siyonizmdir.”

Burada iki nasyonalizm arasındaki temel farklılığı görebiliyoruz. nasyonalizm bizim tarihimizde asla tefrika ruhu, beşeri zıtlık ve diğer milliyetleri aşağılama olumsuzluğu ile birlikte olmamıştır. Bilakis tam tersine, insani bir çehresi vardır, daima kendine dayanmış ve kendini var etme düşüncesiyle olmuştur. Ama asla başkalarını yok etme, aşağılama ve onlara karşılık verme (fikri) içinde bulunmamıştır. Yumruğunu öteki insanların farklılıkları üzerine indirmek yerine onlara el uzatmıştır.

Nasyonalizm kelimesinin Batı’dan İran’a geldiği bu yüzyılın başlarında, o günlerde ki aydınlarımız, yarı okumuşların doğru tercüme saymadığı “milliyet”i onun muadili olarak seçtiler. Çünkü “millet” kelimesi dil ve edebiyatımızda “fikir, iman, meslek ve bu müşterek anlamlara sahip olan insanlar topluluğu” demektir. Halbuki hiç kuşku yok o dönemin aydınları ve yazarları “millet”in “nasyon”un tam tercümesi olmadığını iyi biliyorlardı. Fakat o

Avrupalı kavramın karşılığında bu kavramın tercih edilmesi, bizde ve Batılılarda var olmuş ve halen mevcut olan bu akımın manevi ve ırkçı algılanma biçimleri arasındaki derin ihtilafı göstermektedir.
Bu yüzdendir ki fizyolojik mirastaki katılımı ifade eden bir kelime karşısında, insani şahsiyeti ve manevi muhtevadaki müşterek paydayı anlatan bir kavramı seçmişlerdir. Aslında milliyeri tarif eden görüşümüz, “düşünmeyi” “doğum”un, “ruh”u da “kan”ın yerine koymuştur.

İlginç olan şudur ki “milliyet” kelimesi Arapça olmakla birlikte sadece Farsçada “nasyon” kelimesi karşılığına tercih edilmiştir. Çünkü Araplar şube, teşa’ub ve inşiab ile aynı kökten şa’b kelimesini seçmiştir ve “suret”e (form) “vech” adını vermiştir. Yani “nasyon” beşer nehrinden ayrılmış “dal” anlamına gelir. Bir tek anlam için kullanılan bu üç farklı kavramın (nation, şaab, millet) karşılaştırılması, her biri üç farklı kültürel ve milli görüşü gösteren üç algı türünü ortaya koymaktadır. Latin düşüncesi ırkı kriter almıştır. Arap düşüncesi şekli, İran düşüncesi ise kültür ve ruhu.

Ali Şeriati

Umudun Goncası Kan Çiçekleri