26 Şubat 2013 Salı



Michelangelo’nun, M.Ö. 13. Yüzyılda, Musa’nın Tur-u Sina‘dan dönüşte halkının altın buzağıya(bakara) taptığını görmesi üzerine tepkisini yansıttığı “Musa” heykeli ve Newyork’taki WallStreet’teki Borsa’nın (para-güç)’ün sembolu yanyana. 

Heykel’i W. Lübke şöyle yorumlar: “Sanki Musa’nın çakmak çakmak gözleri o anda kavminin kepaze bir davranışa yeltenip altın buzağıya taptığını görür gibidir; o güçlü beden bu manzarayla işte böylesine sarsılmış bir izlenim bırakır insanda.”

23 Şubat 2013 Cumartesi



Meslek liselerinde ucuz ve güvencesiz çalışma koşullarına hazırlanan ve staj adı altında çalıştırılan öğrencilerin sayısız kaza yaşadığı biliniyor.Sakarya Teknik Endüstri Meslek Lisesi Elektrik bölümü 11. sınıf öğrencisi Furkan Üzümcü, ders sırasında elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.Kayseride bir soba fabrikasında staj yapan Seyyid Burhaneddin Endüstri Meslek Lisesi 12. sınıf öğrencisi Sedat Uçar'ın da prese elini kaptırması sonucu, sağ elinin 3 parmağı koptu...

15 Şubat 2013 Cuma



Al Bir Tarafına Bunu Küreselleşme
Kanmıyoruz Palavralarına
Al Bir Tarafına Bunu Küreselleşme
Karşıyız İşte Sana



Şimdi bize kulak verin dostlar
Yüzyıllık bir hikaye bu
Hep karşımızda yasaları ve onlar

Bu kavga Bart ve Nicola
Yayıldı dünyaynın dört tarafına
Dün ve bugün aynı sloganla
Sacco, Vanzetti serbest kalsın

Şimdi bu dayanışma
Çok daha güçlü ve sağlam
Kapsıyor milyonları
Titriyor halk düşmanları


Balık gibi yüzüp
kuş gibi uçmayı başardık;
ama çok kolay bir şeyi yapamadık :

KARDEŞ GİBİ YAŞAMAYI...

Martin Luther King





Yaşam sokakta kolay değil
Sömürüyorlar emeğimizi
Gerçek hayat oyun değil
Hep ezerler güçsüzü

Adalet yok boşuna dilenme
Geçmeyecek bir şey eline
Suçlu hep masumdur
Güven benim söylediklerime
Gerçeğe hazırsan dinle

Sokaklarda durmaz yasa
Durduğu gibi kitaplarda
Korur güçlüyü kanun
İşte budur oynanan oyun
Sus yoksa meçhul sonun

VATAN HAİNİ



"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, 
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 
hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

28.7.962 

Nazım Hikmet Ran

10 Şubat 2013 Pazar





Aralık 1944 yılında esir alınan bir japon askeri USS New Jersey güvertesinde bütün mürettebatın gözleri önünde çıplak halde yerler sildirilirken...


Bir Katilin,Bir Hırsızın Başbakan Olduğu Bir Cumhuriyette
Dürüst Kişilerin Yerinin Ya Mezar,Ya cezaevi
Olduğunu Anlayabilmek Zor Bir Şey Olmasa Gerek

Fidel Castro





9 Şubat 2013 Cumartesi






Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına 

Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına 

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına 

Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem 





Unutma Çocuk !
Öyle Bir Dünyadasın Ki ;
Hiçbir İyilik Cezasız Kalmaz





Tütün kağıda değil de
Biz kefene sarıldık madem
Ölülerin korkusuyla
Titre nev-liberal âlem



Devrilmez dağlar 
Bir olmazsa ellerimizin sıcaklığı
Dünyayı yaratan eller 
Kurtuluş için 
Son sözümüz Birlik Mücadele Zafer!



Biz seni sevmeyi
 Tarihin yükseklerinden öğrendik
 Cesaretinin güneşi Ölümü kuşattığında 







8 Şubat 2013 Cuma

''Ah kör kuyularda bul beni,
Bul beni bir sahilde çıplak - bir işkence gemisinde elektrikle ayık - bir kışlada kayıp,
Anne, bir sokak başında, isimsiz yüzsüz bir kimsesiz mezarında 
''Kaybedenler kaybetti'' yazan mezar taşının altında bul beni,
Anne bul beni Arjantinli annelerin arasında, Plaza Del Mayo'da,
Anne bul beni Galatasaray Meydanı'nda;
 Bul beni Ramallahlı annelerin, Gazzeli annelerin yanında,
Anne bul beni Varşova Gettosu'nda,
Anne bul beni Nico'nun Bart'ın İtalyan annelerinin gözlerinde,
Anne, bul beni, bul beni. anne bul beni bir sokakta, akranlarım bağırırken hala,
Anne bul beni bul beni bir sabah, bir sabah diyen adamın gözlerinde bul beni,
O sabahı kuran kadınların sözlerinde,
Anne bul beni Ahmet Kaya'nın gözlerinde. 
Anne bul beni."

UMUT



İşler atom reaktörleri işler 
Yapma aylar geçer güneş doğarken 
Ve güneş doğarken gül yaprağına 
Uçak alanından sessiz pilotlar 
'H' bombası yükler tepkililere 
Ve güneş doğarken güneş doğarken 
Otomatik silahlarla biçilir üniversitelilerle işçiler 
Akasya ağaçları bulvarın 
Pencereler balkondaki saksılar 
Ve güneş doğarken devlet adamı 
Konağına döner bir ziyafetten 
Ve güneş doğarken kuşlar ötüşür 
Ve güneş doğarken güneş doğarken 
Genç bir ana bebesini emzirir

Nazım HİKMET 



Cehalet; servet ve iktidar sahiplerinin yaptığı "alevli bir ateştir"
Bizim toplumlarımızın içine düştüğü bu ateş,
Çok kişiyi ZENGİN etmiştir


''Bu Meydan Kanlı Meydan
Ok Fırladı Çıktı Yaydan
Kalkın Ayağa Kalkın
Biz Şehirden Siz Köyden''

Yiğitler Ölür mü Üç Beş Kurşunla
Doğrulmuş Kalkıyor İbrahim Yoldaş

Yanımda tebeşir gezdiriyorum devamlı
Bu mutena semtteki konakların bahçe kapılarına asılı
O (iki nokta üst üste)


"BU EVDE KÖPEK VAR"

Levhalarının altına selatin harflerle kocaman bir

"DOĞRUDUR"

Yazmak için..

Can Yücel

7 Şubat 2013 Perşembe


"Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmidir...
Bernard Shaw


 

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.




Hiroşima'da öleli

oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.




Saçlarım tutuştu önce,

gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.




Benim sizden kendim için

hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.




Çalıyorum kapınızı,

teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
                                                (1956)

Nazım Hikmet



YA DA


Ya ağlamasın hiç kimse
Ya da gülmesin şu her zaman gülenler

Ya kimsede olmasın para denen illet
Ya da paylaşmasını öğrensin paralı millet.

Ya kimse söylemesin sevdiğini
Ya da yapsınlar sevginin şu asıl tarifini.

Ya şu bayramlar hiç yaşanmasın 
Ya da bayramlarda et yemeyen kalmasın

Atalay Demirci

OTUZ ÜÇ KURŞUN

OTUZ ÜÇ KURŞUN


Bu dağ Mengene dağıdır

Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...





Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...



Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...



Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...




Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda


Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.


Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

Ahmet ARİF 


Milliyetçilik ve Nasyonalizm





Daima milliyete kin beslemiş ve hala da beslemekte olan emperyalist fikirlerin dışında, hümanist duygular ve ideallerin etkisi altında, nasyonalizmi insanlığın birliğini lime lime etmek zanneden ve esasen aslının kriteri hakkında tereddüde düşen özgür düşünceler de olmuştur.

İlkin bunlar nasyonalizmi daha çok, üstünlük peşinde koşan ve başka milletleri aşağılayan ırkçı ve faşist okulların ve hareketlerin irticai veya haşin ve mütecaviz çehrelerinde tanımışlardır. Halbuki bu tür nasyonalizm, insanlık camiasındaki başka milletleri ve kültürel asılları açıkça reddeden ırkçı bir hastalıktır. Ama nasyonalizmin temel kriteri açısından taşıdıkları tereddüt, nasyonalizmin, insanın aslını ırksal veraset temeline yerleştiriyor olmasıdır. Bu ise, insanlardan ziyade genellikle bitkiler ve hayvanlarla doğrulanabilecek fizyolojik bir meseledir.
Bu eleştiri, kavim üstünlüğünü, ırksal üstünlüklerinden kaynaklanan kendini beğenmiş yorum ve tevillerle ispatlamaya çalışan ve bundan siyasi teori üreten yarı bilimsel klasik akımlardan gelmektedir.

Milliyeti asıl kabul eden akımı ifade için kavramsallaşmış Avrupalı bir kelime bu şüpheyi güçlendirmektedir. Bu kelime Latince “natatio” kökünden gelen, doğmak anlamında “nation”dur. Sonuç itibari ile “nasyon”, müşterek çoğaltma ve nesil şeceresine sahip bireylerden oluşan topluluğun tanımını vermektedir.

Bu tarife göre Fransız sanatçı Robert Hüseyin’i İranlı, Mevlana’yı da Mekke’li bir arap saymak gerekir. Oysa durum tam tersinedir. O Fransa tarihine aittir, Fransız olarak düşünür. Bizim ırkımızdan da olsa, doğumu bakımından Emanullah Hüseyin’in oğlu da olsa Fransız’dır. Bu, bizim ruh ve kültürümüzün en parlak manevi tecellilerinden biridir. Tıpkı dereler gibi, tarih boyunca coşkuyla akan İran nehirlerine dökülen nice Kureyş soyluları ve

Maveraünnehir’in Aryan olmayan kabileleri, Turaniler, Berberiler ve Türkmenler birbirine öyle karışmış haldedir ki ırkları üzerine araştırma yapmak, hatta Alman nazi partisine mensup bir ırkbilimci tarafından dahi mümkün değildir. Böyle, muhal bir araştırmanın beyhudeliği apaçık ortadadır. Milliyet, esasen tarihle şekillenir ve nesilden nesile miras kalır, yoksa ırkın özünden doğmaz. “Kont de Gobineau” gibi ırkçı filozofların sandığının aksine – tarihin ürettiği birşeydir. Tarihi ırkların parıltıları oluşturur.

Toplumumuzda iftihar duyulacak en büyü özelliklerden biri, kültür ve dinimizin asla ırksal aşağılamanın tohumunu yeşertmeye uygun bir zemin olmamasıdır. Yahudilik meselesi bu hakikati dile getiren en önemli örnektir. Yahudiler, kendi din ve ırklarının farklılığını koruyarak yüzyıllarca toplumumuzda yer alabildiler, çevreye uyumda en küçük bir uyumsuzluk yaşamadılar, hatta en güçlü hassasiyetlerin merkezi olan Müslüman çarşının derinliklerinde rahatlıkla kabul gördüler, doğallıkla Müslüman ve mümin mesai arkadaşları ve komşularıyla samimi insani ilişkiler kurabildiler, dolayısıyla tabiidir ki “vaad edilmiş topraklar” ve Siyon dağına dönüş hevesi de kalplerine yerleşmedi, ırk üstünlüğü düşüncesi ve bağımsız bir güç olup devlet kurma fikri akıllarını başlarından almadı.

Ama eğer siyonizmin batıda geliştiğini ve şiddete başvurduğunu görüyorsak bunun nedeni, Mesih’ten yetmiş yıl önce Romalılar, daha sonra Hristiyan kilisesi ve bu son zamanlarda da Avrupa ve Amerika’nın faşizmi ve nazizmi tarafından “aşağı ırk” “Tanrı’nın katili ırk” “fıtraten hain ırk” adı altında sürekli kan donduran işkenceler ve aşağılamalara katlanmak zorunda bırakan haşin ve acımasız anti-semitizme tepki olmasındandır. İslam ülkelerinde Yahudiler arasından bir tek Siyonist şahsiyetin çıkmamış olması tesadüf değildir.

Bu iki durumun karşılaştırılması çarpıcıdır: Kuruş, peygamber Danyal’ın vadettiği doğudan zuhur eden ve esir konumunda ki İsrail kavmini Babil’in pençesinden kurtaracak çift boynuzlu koçtur. Kur’an onu “Zülkarneyn”(çift boynuz sahibi) adıyla tanıtır. Roma kayseri ise bu Filistin’li kavmi yersiz yurtsuz bırakmış kişidir. Hristiyan papası da Roma emperyalizminin işbirlikçisi birkaç Yahudi failin İsa Mesih’in katline ilişkin kuşkulu dosyada yer aldığı suçlamasıyla bu ırkı tarih boyunca lanetlemiş ve ebediyen mahkum etmiştir. İşte bu tarihsel kökler ve ırkçı görüş çağımızda faşizm ve nazizmi ortaya çıkartmıştır. Bunların bedeli olan versiyon da; Batı’nın ırkçı nasyonalizminden öğrendiği derslerle “siyonizmdir.”

Burada iki nasyonalizm arasındaki temel farklılığı görebiliyoruz. nasyonalizm bizim tarihimizde asla tefrika ruhu, beşeri zıtlık ve diğer milliyetleri aşağılama olumsuzluğu ile birlikte olmamıştır. Bilakis tam tersine, insani bir çehresi vardır, daima kendine dayanmış ve kendini var etme düşüncesiyle olmuştur. Ama asla başkalarını yok etme, aşağılama ve onlara karşılık verme (fikri) içinde bulunmamıştır. Yumruğunu öteki insanların farklılıkları üzerine indirmek yerine onlara el uzatmıştır.

Nasyonalizm kelimesinin Batı’dan İran’a geldiği bu yüzyılın başlarında, o günlerde ki aydınlarımız, yarı okumuşların doğru tercüme saymadığı “milliyet”i onun muadili olarak seçtiler. Çünkü “millet” kelimesi dil ve edebiyatımızda “fikir, iman, meslek ve bu müşterek anlamlara sahip olan insanlar topluluğu” demektir. Halbuki hiç kuşku yok o dönemin aydınları ve yazarları “millet”in “nasyon”un tam tercümesi olmadığını iyi biliyorlardı. Fakat o

Avrupalı kavramın karşılığında bu kavramın tercih edilmesi, bizde ve Batılılarda var olmuş ve halen mevcut olan bu akımın manevi ve ırkçı algılanma biçimleri arasındaki derin ihtilafı göstermektedir.
Bu yüzdendir ki fizyolojik mirastaki katılımı ifade eden bir kelime karşısında, insani şahsiyeti ve manevi muhtevadaki müşterek paydayı anlatan bir kavramı seçmişlerdir. Aslında milliyeri tarif eden görüşümüz, “düşünmeyi” “doğum”un, “ruh”u da “kan”ın yerine koymuştur.

İlginç olan şudur ki “milliyet” kelimesi Arapça olmakla birlikte sadece Farsçada “nasyon” kelimesi karşılığına tercih edilmiştir. Çünkü Araplar şube, teşa’ub ve inşiab ile aynı kökten şa’b kelimesini seçmiştir ve “suret”e (form) “vech” adını vermiştir. Yani “nasyon” beşer nehrinden ayrılmış “dal” anlamına gelir. Bir tek anlam için kullanılan bu üç farklı kavramın (nation, şaab, millet) karşılaştırılması, her biri üç farklı kültürel ve milli görüşü gösteren üç algı türünü ortaya koymaktadır. Latin düşüncesi ırkı kriter almıştır. Arap düşüncesi şekli, İran düşüncesi ise kültür ve ruhu.

Ali Şeriati

Umudun Goncası Kan Çiçekleri




6 Şubat 2013 Çarşamba



Çocuklar Öldürülmesin Şeker de Yiyebilsinler...



Haziranda Ölmek Zor




                                                                                    Orhan Kemal'in güzel anısına 

işten çıktım 
sokaktayım 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 


sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
sokağa çıkmak yasak 


sokaktayım 
gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 


havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 
çırpınıp durur 


çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 
ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
vurmuşum sokaklara 


sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
dallarda insan iskeletleri 


asacaklar aydemir'i 
asacaklar gürcan'ı 
belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
sarı yapraklar gibi 


asmak neyi kurtarır 
sarı sarı yaprakları kuru dallara? 
yolunmuş yaprakları 
kırılmış dallarıyla 
ne anlatır bir ağaç 
hani rüzgâr 
hani kuş 
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil 
asılmamak da değil 
kimin kimi astığı 
kimin kimi neden niçin astığı 
budur işte asıl sorun! 


sevdim gelin morunu 
sevdim şiir morunu 
moru sevdim tomurcukta 
moru sevdim memede 
ve öptüğüm dudakta 
ama sevmedim, hayır 
iğrendim insanoğlunun 
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım 
neden böyle ağrılı 
neden niçin bu sokaklar böyle boş 
niçin neden bu evler böyle dolu? 
sokaklarla solur evler 
sokaklarla atar nabzı 
kentlerin 
sokaksız kent 
kentsiz ülke 
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı 


işten çıktım 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
karanlıkta akan bir su 
gibi vurdum kendimi caddelere 
hava leylâk 
ve tomurcuk kokusu 
havada köryoluna 
havada suçsuz günahsız 
gitme korkusu 
ah desem 
eriyecek demirleri bu korkuluğun 
oh desem 
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır 
öldürmek neyi 
yaşatmaktır önemlisi 
güzel yaşatmak 
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini 
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak 


ah yavrum 
ah güzelim 
canım benim / sevdiceğim 
bitanem 
kısa sürdü bu yolculuk 
n'eylersin ki sonu yok! 
gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben 
nerdeyim ben 
nerdeyim? 
kimsiniz siz 
kimsiniz siz 
kimsiniz? 
ne söyler bu radyolar 
gazeteler ne yazar 
kim ölmüş uzaklarda 
göçen kim dünyamızdan? 


asmak neyi kurtarır 
öldürmek neyi? 
yolunmuş yaprakları 
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç 
söyler hangi güzelliği?

kökü burda 
yüreğimde 
yaprakları uzaklarda bir çınar 
ıslık çala çala göçtü bir çınar 
göçtü memet diye diye 
şafak vakti bir çınar 
silkeledi kuşlarını 
güneşlerini: 
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, 
memet!»

gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
üstümbaşım elim yüzüm gazete 
vurmuşum sokaklara 
vurmuşum karanlığa 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 

bu acılar 
bu ağrılar 
bu yürek 
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar 
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız 
bu geceler niçin böyle insansız 
bu insanlar niçin böyle yarınsız 
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku 
kim bu umut 
ne adına 
kim için? 


«uyarına gelirse 
tepemde bir de çınar» 
demişti on yıl önce 
demek ki on yıl sonra 
demek ki sabah sabah 
demek ki «manda gönü» 
demek ki «şile bezi» 
demek ki «yeşil biber» 
bir de memet'in yüzü 
bir de güzel istanbul 
bir de «saman sarısı» 
bir de özlem kırmızısı 
demek ki göçtü usta 
kaldı yürek sızısı 
geride kalanlara 

nerdeyim ben 
nerdeyim? 
kimsiniz siz 
kimsiniz? 

yıllar var ki ter içinde 
taşıdım ben bu yükü 
bıraktım acının alkışlarına 
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı 
şimdi uzakta 
bir kırmızı gül dalı 
iğilmiş üzerine 
yatıyor oralarda 
bir eski gömütlükte 
yatıyor usta 
bir kırmızı gül dalı 
iğilmiş üzerine 
okşar yanan alnını 
bir kırmızı gül dalı 
nâzım ustanın 

gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
bir basın işçisiyim 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların 
şuramda bir çalıkuşu ötüyor 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Kar, Kira, Faiz, Mülkiyet!

Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi’nin 279. Ayetinde bir ifade geçer; fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih arapça okunuşu bu şekilde olan bölümün Türkçesi “o taktirde bilin ki, Allah ve Resulü savaş açmıştır..”


Peki kime? “Riba yiyenlere (Bkz.Bakara 272-279 arası).”


Riba ne manaya gelir? Lisan’ül Arab’a göre “şişmek, kendiliğinden çoğalmak” manasına gelir. Peki hangi prensip üzerinden biçimlenir? Hemen söyleyelim; “Necm suresi 39. Ayet bu hususta temel prensibi belirler.”


O ayet ne diyor?


Ve en leyse lil insane illa ma sea / İnsan için sayı/emek harcadığı/emek harcamakta olduğu dışında bir karşılık yoktur.


Vatandaş diyor ki; emek verdim bu daireyi aldım. Evet, bu durumun “karşılığı” o daireden yararlanmaktır. Bir başkasının “emeğinin” karşılığını, daha önce harcanmış bir emekten ötürü gasp etmek, “şişme/riba” olur.


Allah ve Resulü “riba yiyenlere” savaş açmıştır. Riba kelimesini görünce; “faiz” diye yapıştırırlar. Halbuki tam manası “emeksiz kazançtır.” Faiz bunun bir koludur.


Bu açıdan “para değer kaybetmesin diye bankadan faiz almak ve bunu mübahlaştırmak” türedi modernist mealci aklın uydurmasıdır. Halbuki Allah ve Elçisi riba yiyenlerle savaşırken, müminler yan gelip yatmaz. Onlarda savaşır! Bu kadar açık bir ayeti görmezden gelmek, ya kasıtlı bir iştir, ya da cehalettir.


Paranız değer kaybediyor. Evet bu bir sorundur. Bu akarsuyun biryerlere aktığını gösteriyor. Ve sizi “köleleştiriyor.” O halde paranızı “o sistemin daha fazla gelişmesi için” bankalara yatırmak yerine, sistemi “yok etmek ya da çökertmek” için harcamanız gerekir. Bu hususta “rahatları bozucu bir fetva verdiğim için özür dilerim. Lakin işin aslı budur.”


Bu noktada bir incelikten bahsetmem gerekir. “Acziyet şerhi atacağım.”


Bir kimse, eğer çalışmaktan aciz ise, kendisine yardımcı kimsesi yok ise; elinde bulunan bir miktar parayla daire alıp kiraya vermesi “makul” karşılanabilir. Lakin burda acziyet şerhi vardır. Acziyeti makbul olmalıdır. Aksi taktirde bu da riba olur.


Çünkü sistematik olarak “bankaya 100.000 TL yatırıp 1000 TL faiz almak ile, aynı paraya daire alıp 1000 TL kira almak aynıdır.” İlkinde Banka parayı kullandığı için kira verir, ötekinde daireyi kullandığı için insanlar kira verir. İkisi de ribadır. Haramdır.


Ama dediğim gibi “acziyet şerhi var.” Yani oturduğu daire dışında bir dairesi daha olan gariban bir kadın, ya da erkek; bunu kullanıma açarsa, o halde kullanan aile onu sahiplenmiş olur. Belli bir miktar “infakta bulunur.” Bu bir sözleşme ile olmaz, gönüllü bir sözleşme ile icra edilir.


Peki ya ‘kâr-kazanç?’


Kârlar, kazançlar “sahib’ul say”dır. Yani Emek sahibinindir. İşletmeci, işin tamamlanması için harcadığı mesaiden fazlasını alamaz.


Ben o kadar emek verdim, o kadar kafamı kullandım gibi cümleler “makbul değildir.” Çünkü verilen emek/kuvve Allah’a aittir. Kişisel mülkiyet değildir. Yani kamunundur. Verdiğiniz emek nazarınca “yaşamınızı sürdürme hakkına sahipsiniz.” Hiçbir emek, kendisini aşan bir birikime sahip olmayı meşrulaştırmaz.


Sana neyi infak edeceklerini(vereceklerini) sorarlar Deki; ihtiyaçtan artanın tamamını (Bakara Suresi 219.ayet)

İnfak ve münafık aynı kökten iştikaktır. Yani; zıttır. Münafık, malları kendisinde toplayıp vermediği halde “Müslüman olduğunu iddia eden kişi” manasına gelir. Varın gerisini siz düşünün...

Bu hususta “maslahatçı hocalara sesleniyorum;” Aklınızı başınıza alın!
Kafanıza göre din uydurmayın!

Eren Erdem







''Demokrasi devrim karşıtı bir rejimdir ve toplumun ideolojik önderliğiyle çelişir.''


[Ali Şeriati || Ali Şiası-Safevi Şiası]


Çatlamış dudakları, mavi gökyüzü kadar bıkkın gözleri, yok olmuş umutları kadar
taptaze bedenleriyle öylece uzanırlar yollarda. Doldurur çığlıkları bir zamanlar
çelik çomak oynadıkları dar sokakları.

ONLAR SAVAŞIN ÇOCUKLARI