6 Şubat 2013 Çarşamba

Yakın tarihin kara lekelerinden biridir Bahriye Üçok'un katledilişi. Onu unuttuk. Ya da hiç tanımıyoruz. Belki yaşadığımız, belki üzerinden geçtiğimiz sokağa verilen isimden onu biliyoruz, ama kimdir, nedir pek bilgimiz yok.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi bölümünde doçentlik yapan Bahriye Üçok, örtünmenin günümüz şartlarında artık bir zorunluluk olmadığını dile getiren aydın insanlardan biriydi. İslam'ı çağdaş bir düşünceyle yorumlamak gibi bir hataya düşmüştü ve bunun bedelini canıyla ödedi.

İyi derecede Arapça ve Farsça bilen Üçok, "İslam'dan Dönenler", "Yalancı Peygamberler" ve "İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar" adlı üç kitap yayımlamıştır. İrtica tehlikesi ve kadın hakları üzerinde duran ve kendi yaşamını "benim hayatım, tamamıyla mücadeledir" diye ifade eden Üçok, "laikliğin savunucusu ilahiyatçı" olarak tanınmıştır. Bu yüzden düşünceleriyle mütedeyyin kesimi rahatsız etmekte gecikmemiştir. (Onları rahatsız eden de hep fikirler değil midir?)

Türban konusunun tartışıldığı TRT'deki açık oturumda bu düşüncelerini dile getirince aylarca tehdit mesajları ve telefonları alır. Polis koruması altında olmasına ve evinin önünde güvenlik beklemesine rağmen, karanlık zihniyet ona ulaşmanın yolunu bulur. Üçok'a bombalı bir paket yollanır. Ancak öyle bir sinsi plandır ki bu, bomba kimsenin şüphelenmeyeceği iki adet ince kitabın içine yerleştirilmiştir. Kızı Kumru Üçok gelen ihbarnameyle kargo şubesinden paketi alır ve ne trajikomiktir ki, kitabı teslim ederken "bomban geldi" diye annesine şaka yollu takılmayı ihmal etmez, alınan tehditler yüzünden hep böyle bir beklenti içinde olduklarına işaret edercesine. Bahriye Üçok paketin zor açılmasından işkillenerek kızının uzaklaşmasını söyler ve ardından kızı aşağı kata iner. O sırada yukarıdan bir patlama sesi duyulur. Şaka gerçek olmuştur. O kadar güçlü bir patlamadır ki bu, bitişik bina bile hasar görmüş, toz dumandan geriye kol ve bacağı kopmuş bir beden kalmıştır. Üçok ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeder.

Turan Dursun, Muammer Aksoy ve Çetin Emeç'in kurban gittiği, o meşum 1990 yılında karanlığa bir aydın daha verilmiştir. Neden diye sormadan edemiyor insan. Neden bir insan fikirleri yüzünden canından olur? İnsanoğlu hangi şartlarda sırf kendi öğretileri doğrultusunda düşünmediği için bir kişinin canını almak isteyecek noktaya varabilir?

Sadece bir yıl içinde üç aydının suikaste kurban gittiği, nice katliam yaşandıktan sonra bu nefreti besleyen motivasyonun oluşmasında toplumun geri kalanının sanki hiç suçu yokmuş gibi davranıldığı ülkemizin bugün temize çıkması, ancak bu tür olayların nedenlerinin sorgulanması ve dogmanın gerçek yüzünün görülmesiyle mümkün olabilir. Ama biz düşünen insanları "canlı" halde pek sevmeyiz.

Soner Yalçın'ın dediği gibi "Bugün Türkiye'de niye hep ölü aydın sevilir; Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Sabahattin Ali, Deniz Gezmiş, Musa Anter, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Hrant Dink vs... Dirisini cezaevine sokuyor, nefret ediyor. Ölüye özgürlük var sadece bu ülkede. Ne karmakarışık bir düğüm."

Toplumsal belleğini canlı tutmak isteyenler "Bahriye Üçok Suikasti" belgeselini izleyebilirler:http://video.google.com/videoplay?docid=-4139437992886382811

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder